Pelin Ünker
Gezi direnişi, kamusal bir alanının geniş kesimler tarafından sahiplenilmesinin ilk örneği olarak Türkiye toplumsal tarihinde ayrıcalıklı bir yere sahip.
İstanbul Taksim’deki Gezi Parkı’na imar izni olmadan yapılmak istenen Topçu Kışlası inşaatına itiraz etmek için başlayan bu toplumsal hareket, gençlere uygulanan polis şiddetiyle kitleselleşti; Türkiye’nin farklı illerine yayılan demokratik, barışçı ve yaygın bir tepkiye dönüştü.
Gezi Parkı protestolarının amacı, Taksim’in meydan kimliğiyle halkın kullanımında kalması ve Gezi’nin kamusal bir mekân, park olarak varlığını korumasıydı. Park şu an yerli yerinde duruyor, peki meydanın kamusal alan niteliği için aynı şey söylenebilir mi?
Kamusal alanlar, toplumun ortak yararını belirlemeye ve gerçekleştirmeye yönelik düşünce, söylem ve eylemlerin üretildiği, geliştirildiği ortak toplumsal etkinlik alanı olarak tanımlanıyor. Bir kentin ortak hafızasını, kültürünü ve kimliğini oluşturan kamusal alanlar, demokratik hakların kullanılması açısından da bir zemin oluşturuyor.
“Taksim meydanı ve Gezi Parkı bir bütün”
DW Türkçe’ye konuşan TMMOB Mimarlar Odası’ndan yüksek mimar Mücella Yapıcı‘ya göre Taksim Meydanı ve Gezi Parkı ayrılmaz bir bütün.
Yapıcı, Taksim’in Cumhuriyet’in ilk modern meydanı olarak gerçek anlamda bir kamusal mekân olduğunu söylüyor. Cumhuriyet döneminde yapılan Gezi Parkı, Taksim Cumhuriyet Anıtı ve Atatürk Kültür Merkezi’nin (AKM) Cumhuriyet dönemi modernleşmesinin mekânsal tezahürü olduğunu ifade eden Yapıcı, bu nedenle bu yapıların modernleşmenin başlangıcından itibaren özellikle sağ ve gerici iktidarlar tarafından bir ideolojik çatışma alanı haline getirildiğini anlatıyor.
Taksim’in 1 Mayıs 1977’den bu yana bir emek ve demokrasi meydanı kimliği de taşıdığını vurgulayan Yapıcı, “Bir kentin kent olabilmesi için meydanların olması gerekir. Demokrasinin olmazsa olmaz koşullarından biri de halkın demokratik taleplerini bu meydanlarda bir araya gelerek mitingler, gösteriler vasıtasıyla ortaya koyabilme hakkıdır. Bu nedenle meydanlar çok rahat kullanılabilir ve boşaltılabilir şekilde tasarlanır. Taksim de böyle tasarlanmış bir alandır” diyor.
“Barikatlar bir sopa gibi orada duruyor”
Ancak meydanın bugün “güvenlik gerekçesiyle” polis, barikat ve engellerle atıl bırakıldığını, halkın ortak taleplerini ya da tepkisini barışçıl bir şekilde seslendirebileceği kamusal mekan niteliğinden uzaklaştırıldığını vurgulayan Yapıcı, bunun da aslında “Gezi’de kırılan korku imparatorluğunun temellerini yeniden atmaya yönelik bir politika” olduğunu söylüyor.
Yapıcı, “Mekânın kullanımı bu açıdan çok dar. Siz mekânın nasıl kullanıldığına bakıp ülkedeki rejimin ne olduğunu anlayabilirsiniz. Ne yazık ki bugün Taksim Meydanı’na ya da aynı şekilde Galatasaray Meydanı’na baktığımızda demokratik bir toplumda yaşamadığımızı görebiliyoruz. Biraz kendimizi özgür hissedip de taleplerimizi dile getirsek bir sopa gibi o barikatlar orada duruyor” diye konuşuyor.
“Yetki kargaşası başıboşluk olarak yansıyor”
DW Türkçe’ye konuşan Şehircilik Uzmanı Yaşar Adnan Adanalı‘ya göre ise Taksim Meydanı uzun bir süredir arafta.
Adanalı, “Merkezi idarenin Taksim’de yetkiyi yerel idareye bırakmak istemediği açık. Bu yetki kargaşası da kendini meydanda hissettiriyor. Geleceğine dair bu belirsizliğin meydana başıboşluk olarak yansıdığı görülüyor” diyor.
Gezi Parkı’nın meydana bakan tarafının otopark ve karakol olarak kullanıldığını belirten Adanalı, Talimhane tarafının da son derece niteliksiz bir oteller bölgesine dönüştüğüne işaret ediyor.
Meydanın Sıraselviler tarafının ise son 10 yılda meydanın ana kullanıcıları haline gelen Ortadoğulu turistlere dönük açılan tatlıcı, parfümcü, döviz bürosu gibi işlevlerle dolduğunu söyleyen Adanalı’ya göre AKM tarafı ise böylesi ölçekte bir kültür merkezinin yaratabileceği olumlu kamusal etkiden çok uzak bir şekilde, “sakin sakin “duruyor.”
“AKM’nin açık alanı AVM’ye dönüştü”
“AKM’nin alışveriş merkezine dönüşen açık alanına girmek için dahi güvenlik noktasından geçmek gerektiğini düşünürsek, bu kent hayatına olumlu katkıda bulunamama hali daha net anlaşılacaktır” diyen Adanalı, meydanda ise oldukça özensiz bir şekilde ve genellikle siyasi bir mesaj kaygısıyla kurulan sergi çadırlarının sık sık boy gösterdiğine dikkat çekiyor: “Bu başıboşluk hali, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) meydanın her yerine yerleştirdiği ATM kulübeleri ve reklam panosuna dönüştürdüğü metro girişi ile katmerli bir hale bürünüyor.”
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2011’de yüzde 50’nin üzerinde oy alarak iktidara geldiğinde Taksim’e ilişkin üç ayaklı bir proje gündeme getirmişti. Bunlar, daha sonra Gezi direnişine de yol açacak Topçu Kışlası projesi ile Taksim’e cami yapımı ve AKM’nin yıkılması idi.
Tasarım Yarışması ve Gezi Parkı’nın devri
Taksim Camii’nin yapımına başlanmasının ardından, inşa edildiğinde dünyanın en büyük sanat merkezlerinden biri olan AKM de Şubat 2018’de yeniden yapılmak üzere yıkıldı. Sanat faaliyetlerine 2008’de ara veren yapı 2021’de açılabildi. Topçu Kışlası projesi rafa kalksa da Taksim Gezi Parkı’nın mülkiyeti, Cumhurbaşkanı kararıyla Mart 2021’de İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden alınarak Sultan Beyazıt Hanı Veli Hazretleri Vakfı’na devredildi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB), 2 Mart 2020’de duyurusunu yaptığı “Taksim Kentsel Tasarım Yarışması”nı halk oyu ile “Taksim Kolektifi” projesi kazanmış, yarışmanın sonucu 2020 yılının Kasım ayında kesinleşmişti.
Proje onay için Şubat 2021’de İstanbul 2 No.’lu Kültür Varlıklarını Konuma Bölge Kurulu Müdürlüğüne iletildi. Ancak proje kurula iletildiğinde Gezi Parkı’nın mülkiyeti İBB’de olmasına karşın kurul, yeni mülkiyet sahibi olan Vakıflar Genel Müdürlüğü kanalıyla iletilmediği için projeyi değerlendirilemeyeceğini bildirdi.
Yarışma projesi Gezi Parkı proje alanından çıkarılarak ilgili koruma kuruluna sunulsa da reddedildi. Bunun üzerine İBB 2022 başında Koruma Yüksek Kuruluna başvurdu. Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu İBB’nin itirazını kısmen kabul ederken projede önerilen yaya köprüsünün kaldırılarak projenin 2 No.’lu kurula iletilmesine karar verdi.
“Özgür bir kent için söz hakkı olmalı”
DW Türkçe’ye konuşan İBB’ye bağlı İstanbul Planlama Ajansı Genel Sekreteri Oktay Kargül’e göre kentlilerin kamuoyu yaratmak, ortak düşünce ve eylemlerini gerçekleştirmek için toplanabileceği, örgütlenebileceği alanlar olarak öne çıkan kamusal mekanların, şeffaf ve herkesin dahil olabileceği bir iletişim ortamı sunması önem taşıyor.
Kentlilerin aktif yurttaşlar olarak kentin ihtiyaçları ve sorunları hakkında görüş bildirebilmesi, kamusal mekanların dönüşüm süreçlerini yönlendirmesi ve karar alma mekanizmalarına dahil olmasının kent hakkının temelini oluşturduğuna dikkat çeken Kargül, “İstanbul’un da insan haklarına saygılı ve özgür bir kent olması kentin yaşayanlarına sunduğu imkanların adil olması kadar, kentin geleceğini belirleyen kararların yaşayanlara eşit olanak ve söz hakkı sunularak alındığı demokratik bir yönetim anlayışının oluşturulması ile mümkün” diyor.
Mülkiyete ilişkin dava temyiz aşamasında
Taksim meydanının tarihsel sürecine bakıldığında konunun ne kadar topluma mal olduğunun görülebileceğini vurgulayan Kargül, bu açıdan Taksim Kentsel Tasarım Yarışması’nın İstanbulluların kentsel kararlara katılımına zemin açmaya yönelik bir araç olarak önemli bir adım olduğuna dikkat çekiyor.
Ancak İstanbulluların Taksim meydanına ilişkin kararlara katılımının sağlanabilmesi için hukuki süreç yıllardır devam ediyor.
İBB, Gezi Park’ı mülkiyetinin değişimine yönelik Cumhurbaşkanlığı kararının iptali için Nisan 2021’de açtığı davayı da kazandı. Mart 2024’te Gezi Parkı mülkiyeti yeniden İBB’ye verildi. Ancak dava dosyasında temyize gidildi. İstinaf ve Yargıtay aşamaları da İBB lehine sonuçlanırsa, Gezi Parkı yeniden İBB mülkiyetine geçecek.
“Gezi direnişine hâlâ müteşekkirim”
Mücella Yapıcı’ya göre Gezi direnişinin varlığı ve yaşanmışlığı son derece önemli.
Gezi Parkı’nın hiç kimse gitmese ya da kullanmasa da çok sıkışık bir kentsel dokuda İstanbul’un nefes almasını sağlayan bir alan olarak da varlığını korumasının önemli olduğuna işaret eden Yapıcı, “Oranın bir yeşil alan olarak kalabilmesi en azından nefes almamız için ve mutlaka yaşayacağımız deprem için bir güvencedir. O yüzden ben Gezi direnişine hâlâ müteşekkirim” diyor.
Gezi Parkı’nda yapılanların bir hukuk skandalı olduğunu belirten Yapıcı, buna karşı demokratik bir mücadele yürüten Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater, Mine Özerden, Can Atalay ve Osman Kavala’nın halen cezaevinde tutulduğunu hatırlatıyor.
“Gezi bu toprakların onuru olarak kalacak”
“Hiçbir suçlarının olmadığını bütün toplum biliyor da iktidar bilmiyor mu? Ama bu durum da aynı bugün meydandaki barikatlar, polis araçları gibi topluma demokratik taleplerini, anayasal haklarını kullandırtmamak için bir korkutma aracı olarak kullanılıyor” diyen Yapıcı, ekliyor:
“Bugün elde edilmiş her toplumsal hakkın arkasında yüz yıllar süren mücadeleler var. Biz de birilerinin bize bu hakları şekerlik içinde sunmasını beklemeden her alanda talebimizi dile getirmeliyiz. O açıdan Taksim Meydanı, Gezi Parkı ve Gezi direnişi önemli bir sembol olarak toplumsal tarihe geçmiştir. Artık bunu kimse silemez. Ne kadar kriminalize edilmeye çalışılırsa çalışılsın Gezi bu toprakların onuru olarak kalacaktır.”